5-7 Mayıs 2014 tarihlerinde İstanbul’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 7. ULUSLARARASI İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KONFERANSI düzenlenmiş olan ülkemizde, taşeron işçi facialarının devam etmesi, hükümetin denetimleri yeterli derecede yapmadığını ve ihmallerin olduğunu akla getirmektedir.
Yapılan araştırmalara göre; Ülkemizde her gün ortalama 176 iş kazası olmakta, 3 işçi hayatını kaybetmekte ve 5 kişi iş kazası sonucu iş göremez hale gelmektedir.
2014 yılı verilerine göre 1.886 işçi hayatını kaybetti. 2015 yılı ise işçi ölümlerine rekorla başladı. 2015 yılının sadece ilk 2 ayında 206 insanımız öldü.
TÜİK’in 2013 yılı yaptığı “İş Kazaları ve İşe Bağlı Sağlık Problemleri” konulu çalışmasında Türkiye genelinde istihdam edilenlerin %2.3’ünün bir iş kazası geçirdiği, sektörel olarak incelendiğinde iş kazalarının en yoğun olarak yaşandığı sektörlerin “madencilik ve taş ocakçılığı”, “elektrik, gaz, buhar ve kanalizasyon” ile “inşaat” sektörleri olduğu ortaya çıkmıştır.
Sadece İş Sağlığı ve Güvenliği konferanslarının bu veriler ışığında yetersiz kaldığı ve faciaların önlenmesi için denetimlerin artırılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Soma’da, Ermenek’te, İstanbul’da inşaatta yaşanan facialar bir daha yaşanmasın diye, denetim mekanizması güçlendirilmelidir. Bu vesileyle Soma faciasında hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize tekrar baş sağlığı diliyoruz.
SOSYAL GÜVENLİK ŞEMSİYESİ DELİK DEŞİK
Bilindiği üzere her yıl 14-20 Mayıs tarihleri arası Sosyal Güvenlik Haftası olarak kutlanmaktadır. Sosyal Güvenlik Sistemi, toplumun tüm kesimlerini bir şemsiye altına toplaması gereken bir sistemdir. Bu şemsiyenin altında; fiilen çalışanlar, çalıştığı halde kayıt dışında bulunanlar, henüz çalışma hayatına başlamamış olan çocuklar ve gençler ile dul ve yetimler varsa işte o zaman Sosyal Devlet olgusundan bahsedilebilir.
Türkiye’de %45’leri aşan kayıt dışı istihdam oranı, iş tanımları skalasının yapılmaması, taşeron işçilik ve kamuda farklı statülerde istihdam politikaları neticesinde, Sosyal Güvenlik şemsiyesi delik deşik hale getirilmiştir.
Sosyal Güvenlik Sistemi artık paralı hale gelmiştir. Sosyal Güvenlik şemsiyesi altında olmalarına rağmen, insanların parasız teşhis ve tedavi imkânları yoktur. Kurumun sunduğu sağlık hizmetleri tamamen kar-zarar ilişkisine dayandırılarak, piyasalaştırılmıştır.
Sosyal Güvenlik sistemindeki finansal açığı kapatmak üzere kurgulanan reform, vatandaştan alınan katkı paylarını artırmış ve sağlık hizmetlerini paralı hale getirmiştir.
BAŞTA DAR VE SABİT GELİRLİLER OLMAK ÜZERE; VATANDAŞLARIN SAĞLIK HARCAMALARI YÜKÜ HER GEÇEN GÜN ARTIYOR.
2008 yılından bugüne yazılan her reçete başına para ödüyoruz.
Belli sayının üzerinde ilaç alırsak fazladan reçete parası ödüyoruz.
Ayaktan tedavilerde dahi katkı payı ödüyoruz.
Hastanede birden fazla serviste muayene olmamız durumunda katkı payı ödüyoruz.
18 yaşını aşmış, okumayan çocuklarımız için genel sağlık sigortası primi ödüyoruz.
Hastaneye belli bir defadan fazla başvurmamız halinde ayrıca para ödüyoruz.
Emeklilik yaşı yükseldi.
Gözlük ve gözlük camı gibi, tıbbi malzeme değiştirme süreleri uzatıldı.
İşitme cihazı gibi analog ve dijital cihazlar için Kurumca yapılan ödemelerin üst limiti azaltıldı.
Emeklilik yaşı yükseltildi; emekli aylığı bağlama oranları düşürüldü.
Ama sosyal güvenlik açıkları azalmak yerine arttı.
Çünkü Kurumun kaynakları anlaşmalı özel hastanelere gitti.
TÜRKİYE’DE MEMUR EMEKLİLERİ BÜYÜK BİR HAKSIZLIĞA UĞRUYOR
Devlet memurlarının çalışırken aldıkları maaş ile emeklilik maaşları arasında çok büyük farklılık var.
Memurlara çalışırken döner sermaye, ek ödeme, ek ders ücreti gibi ödemeler yapılırken; bu tür ödemeler prime esas kazançtan sayılmıyor ve emekliliklerinde de bu ödemeler maaşlarına dâhil edilmiyor.
Yapılan bu tür ödemelerin emeklilik maaşlarına yansımaması, memurların çalışırken aldıkları maaş ile emekli maaşları arasında büyük bir uçurumun oluşmasına sebebiyet veriyor. Bu nedenle, devlete yıllarca hizmet etmiş memurların emekliliklerinde yoksulluk sınırının altında maaş almaları kaçınılmaz son oluyor.
5510 sayılı Kanun, işçiler ile memurlar arasında sosyal güvenlik ve emeklilik hakkı bakımından eşitlik getirmek amacıyla çıkarılmış olsa da Kanun, bu amaca hizmet etmemiştir.
1 Ekim 2008’den önce işe başlayan memurla, bu tarihten sonra işe başlayan memurların emeklilik hakları aynı değil. Bu durum, çalışırken brüt maaşları ve çalışma süreleri aynı olan bir memur ile işçinin emekli olması durumunda, memurların %15 ile %60 oranında daha az emekli maaşı almasına; yarı yarıya daha az emekli ikramiyesi almasına yol açıyor.
Öncelikle kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması, istihdam yaratacak yatırımlara öncelik verilmesi, prim yükünün hafifletilmesi, makul olmayan yaş ve prim ödeme gün sayılarının çalışanlar üzerinde oluşturduğu “bu sistemden dolayı ancak mezarda emekli olurum” psikolojisinin ortadan kaldırılması ve sigortalılığı özendirecek tedbirlerin alınması gerekmektedir.
SGK ÇALIŞANLARI MUTSUZ
Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı birleştirilerek, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun meydana getirilmesinin üzerinden 9 yıl geçmiş olmasına rağmen, kurumsal kimliği henüz oturmamıştır. Kurumu yönetenler; uyguladıkları ayrımcı politikalarla, çalışanlar arasında bizden olan, bizden olmayanlar şeklinde ayrımcılık yapmakta; çalışanlar üzerinde, çeşitli yöntemlerle mobbing uygulamaları yapmaktadır.
Siyasi kadrolaşma sürdürülmekte, siyasi yandaşlar bir gecede İl müdür Yardımcısı, kısa bir süre sonra kanun ve yönetmelikler arkadan dolanmak suretiyle, sınavla atanılacak kadrolardan olan Şube Müdürlüğü, Merkez Müdürü ve Yardımcısı kadrolarına asaleten atamalar yapılmaktadır.
666 sayılı KHK ile kurum çalışanlarının fazla mesai ve ikramiye ödemeleri kesilmiş, Kurum, tüm ülke vatandaşlarına hizmet sunmak için mesai mefhumu tanımaksızın görev yapan çalışanlarının özlük haklarını korumakta isteksiz davranmıştır. Yeniden yapılanma adı altında çıkartılan yasa ile 2015 Ocak ayı sonuna kadar uzatılmış ancak, bu sürede fazla mesai yapan çalışanlara 1 aylık mesai ücretleri ödenmemiştir.
Geçtiğimiz yıllarda Kurumun internet sitesinde bir anket gerçekleştirilmiştir ancak ankete katılanlardan sicil numarası ve TC Kimlik numarasıyla giriş yaptırılarak, ankette bile mobbing uygulanmıştır.
Türk Büro-Sen olarak bizler de Kurum çalışanları arasında bir anket gerçekleştirdik. Yaptığımız ankete 37 ilde toplam 3249 kişi katıldı.
Ankete katılanların %86,6’sı Kurum yönetiminin adil olmadığını düşünüyor. %90,7’si hak ettiği unvanlara ulaşacağına inanmıyor.
Çalışanların, %91,1’i atamalarda liyakat ve birikime önem verilmediği yönünde görüş bildiriyor. Yapılan il müdür yardımcılığı ve merkez müdürlüğü atamalarında, ankete katılanların %91,7’si atananların makamlarını hak etmediğini düşünüyor.
Çalışanlarının %90’ı görev yaptığı Kurumun adaletine inanmıyorsa, burada bir sorun olduğu açıktır. Bu nedenle yetkililer, çalışanlarla ilgili bu sorunları mutlaka çözmelidirler.
2015 yılında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği sınavı yapılmış ve sınav sonrası başarılı olanlar atanmışsa da SGK yönetimi, hala sınavsız atama yöntemine başvurmaktadır. Şube Müdürlüklerine, kurum dışından hülle yoluyla atamalardan bir türlü vazgeçmemektedir.
SGK’nın kurumsallaşmasını önemsemekle beraber; kurum personelinin çalışma koşullarından mutlu olduğu, atamaların herkese eşit ve adaletli bir şekilde yapıldığı kurum olmasını istiyoruz. Çalışanlara mobbing uygulamalarının yapılmadığı, kadrolaşmanın olmadığı, yandaş kayırmacılığının yaşanmadığı, kurumda eşitlik, adalet ve liyakatin hakim olduğu bir ortamda Sosyal Güvenlik Haftasını kutlamak isterdik. Bu duygu ve düşüncelerle, çalışanların mutlu olmadığı bir kurumda Sosyal Güvenlik haftasını kutlayamıyoruz.